Author Archive for ilkerc

Page 6 of 31

Canon’un Yeni MercekleriCanon’un Yeni Mercekleri

K70A0001Gecenlerde elimdeki EF 24-70 2.8L’i cok ovulen yeni surumle degistirdim. Buna ek olarak Canon Turkiye yine bir incelik gösterip yeni cikan EF 200-400 f4L IS’i denemem için ödünç verdi.

Tabi büyük beyaz mercek gelince digerinin havasi sonuverdi ama dogaldir ne de olsa Amerika fiyati 12.000 USD olan bir mercekten soz ediyoruz (Gerci Zeiss’in yeni 55 mm si 4000 USD lik fiyatiyla cok daha beter bir performans fiyat iliskisi kuruyor!)

Reklam filmleri cekerken cok daha pahali merceklerle de calistim elbette ama EF 200-400 gercekten gordugum en iyi merceklerden biri. Sinema mercekleriyle kiyaslandiginda ucuz bile kalabilecek fiyati tabi ki bizim gibi son kullanicilar icin cok yuksek ama dogrusu bir haftalik denemeden sonra geri vermek cok zor geldi : )

Yeni EF 200-400’ün en cekici ozelligi kendi ustunde 1.4x bir tele cevirici icermesi. Mercegin arkasindaki bir kolu indirdiginizde 400 mm artik 560 mm oluyor! Optik kalitede kucuk bir kayip olsa da son derece kabul edilebilir sonuçlar üretilebiliyor.

Aynı anda 24-70 2.8L II yi de denedim ve acikcasi sasirdim. Her ikisi de benzer şekilde başarılıydi. Webdeki iddialar doğru görünüyor: Canon’un yeni kusak zoom lari neredeyse prime mercekler kadar iyi. Cok detayli testler yapmiyorum daha once de dedigim gibi ama zaten fark o kadar belirgin ki fazla ugrasmaya gerek de yok.

Yeni optiklerin bu kadar basarili olmasi biraz da mecburiyet. Algılayıcılar her gecen gun gelisiyor ve artik merceklerin uzerindeki yuk eskisinden cok daha fazla. Yakında 30 MP ustu algılayıcılar gelecek gibi görünüyor.

Kisaca teknik bir yorum olmayacak ama iki mercege de asik oldum! Birini ne yazik ki geri verdim ama ilk firsatta onunla tekrar bulusmayi umuyorum : )

Yukarıdaki vasat kare 400 mm’de f5 ile yüzde yüz crop gösteriyor. Özellikle puslu bir gün olmasına rağmen ağaçlardaki detay ve kontrast zenginliği şaşırtıcı.

Tabi bu 12000 dolarlık ve 3.5 kiloluk merceği elde tutmak zor olabiliyor : ) İyi bir tripoda ihtiyaç var. Aletin üzerindeki 4 stopluk stabilizer yardımcı olsa da bir süre sonra ağırlığa dayanmak zorlaşıyor.

Aslen doğa ve spor fotoğrafçıları için yararlı olabilecek bir mercek olduğu halde optik kalitesinin yanı sıra yarattığı perspektif de o kadar etkileyici ki son yıllarda en etkilendiğim oyuncak oldu diyebilirim.

Fiyat gülünç derecede yüksek elbette ama aletin malzemesi ve sonuçları o kadar tatmin edici ki Canon’a çok da kızamıyorsunuz.

Bugunlerde de EOS 1Dc yi deniyorum… O da haftaya artık.

Forum

Ne yazik ki blogun forum kismini kapattim. Nedeni basit: Spamle bas edemedim. Onbinlerce spam user olusmustu. Hem de epey bandwidth yiyordu. Forum isi zor ismis! Katilan herkese tesekkurler. Yazilari silinenlerden ozur dilerim.

Yerçekimi

GRAVITYAlfonso Cuaron’un yeni filmi Gravity (Yerçekimi) teknolojik olarak sinema tarihinde yepyeni bir sayfa açıyor. 17 Dakikalık kesintisiz açılış planıyla (daha önce benzer şeyleri Children Of Men’de de yapmıştı Cuaron ama bu defa yaptigi cok daha zor) hem muthis bir gövde gösterisi yapıyor hem de anlattığı hikayeyi en etkileyici şekilde anlatmak için teknolojik olarak daha önce hiç yapılmamış şeyler yapıyor.

Film boyunca bir açık yakalamak için epey çabaladım. Ne yazık ki bulamadim : ) Hatta nasil yapildigini bile anlayamadim.

Neyse ki heyecan icinde eve gelip http://www.fxguide.com/featured/gravity/ adresinden bu işin nasıl yapıldığı ayrıntılarıyla okuyabildim. Kısaca özetlemek gerekirse (tabi anladigim kadariyla : ) Cuaron bütün filmi “previs” adı verilen (hareketli storyboard olarak da adlandırılabilecek) bir yöntemle önceden “çekmiş”. Bu previs onaylandıktan sonra filmi “gercekten” çekmeye başlamış. Tabi cekmek derken aslinda filmde astronotların yüzleri haric her sey 3D (yani bilgisayarda uretilmis). Sadece oyuncularin yuzleri ozel bir aydınlatma yontemiyle (Led lerden olusan bir kutu icinde) cekilmis. Boylece isigin her planda ve her acida dogru yerden gelmesi saglanmis. Ornegin dunyanin goruntusu oyunculara yansiyacaksa bu LED ekrana veriliyor boylece o planin icinde isik nereden gelecekse oradan gelmesi saglanmis oluyor.

Bu yontem cok iyi sonuclar verse de tabi cekimi epey zorlastirmis zira oyuncularin cok iyi zamanlamalarla dogru hareketleri yapmalari gerekiyor. Ornegin 2. dakikanin 15. saniyesinde belirli bir sey yapmalari gerekiyorsa onu o anda yapmalari gerek! Ne bir saniye sonra ne bir saniye once! Tabi bu bildigimiz yesil ekran tekniginden farkli. Oyuncularin kare kare rotoscope ile zeminden ayrılması gerekmis.

Oyuncuların yercekimsiz ortamdaymis gibi olmasını ise bu film icin gelistirilen 7 akslı motion control sistemi saglamis (yani oyuncular havada suzuluyor gibi gordugunuz her an aslinda o hareketi kamera veriyor. Tabi tum ayrıntılara vakif olmak zor zira post production ekibine göre kendilerine katılan herhangi bir calisanin bile ne yapildigini tam olarak anlamasi 2 hafta suruyormus : ) zaten 100 milyon dolarlik bir butce ve 4 yillik bir yapim surecinden bahsediyoruz. Sonuc gercekten mukemmel. Bugune kadar cekilmis en gercekci uzay filmi ile karsi karsiyayiz. Oyle ki Kubrick’in 2001’i bunun yaninda epey demode kaliyor (icerik olarak degil elbette). Teknik olarak kusursuz ve yepyeni bir seyle karsi karsiyayiz.

Buna karsilik filmin tek elestirilebilecek noktasi herhalde icerigi. Cok derin bir film degil Yercekimi ancak o kadar iyi bir iscilik ve yonetmenlik var ki hayran kalmamak zor. Boylece aslinda sinema tarihinde yeni bir donem de baslamis oluyor: On yil icinde artik oyuncularin sadece performans vermek icin kullanildiklari tamamen 3D (3D derken stereoscopic demek istemiyorum) filmler izliyor olacagiz. Butun bu durum icinde Turk sineması ne olur bilmek zor. Filmcilerimizin hala Adana Antalya odakli yasamlari surer mi? Korkarim evet!

Sony’den Yeni Bir Fikir: QXSony’den Yeni Bir Fikir: QX

QX10Epeydir konuşulan yeni kamera konsepti QX10 ve 100 olarak iki modelle ortaya çıktı.

Sony’nin bu iddiali ve bence parlak (ama tutmayacak) fikri temelde yalnızca bir akıllı telefonla birlikte çalışabilen bir algılayıcı ve lens ikilisinden oluşuyor.

Kısaca kamerayı akıllı telefona iliştiriyorsunuz ve Wifi/NFC sayesinde 1 inch buyuklugunde duzgun bir algılayıcıya ve Carl Zeiss’dan 1.8 diyaframa sahip, optik zoom’u da olan bir merceğe kavuşuyorsunuz.

Ne diyelim? Klasik bir Sony girişimi: Her zamanki gibi en deneysel ve iddali işleri yapan Sony oluyor ne yazik ki buyuk olasilikla ekmeğini Samsung ve Apple yerler ileride : )

500 USD fiyatlı üst model QX100 ve 250 USD’lik kırpılmış QX10 arasında tercih yapılabiliyor. QX100’un algılayıcısı (20 MP) ve merceği daha iyi diğerinin ise daha yüksek zoom seçeneği var. Her ikisi de HD video kaydedebiliyor.

Böylece aslında kamera dediğimiz şeyin de değişimine tanık oluyoruz. Bu blogda hep söylediğim gibi kamera aslında bir bilgisayar olma yolunda hizla ilerliyor.

Alınır mı? Olabilir. Çok tutar mı? Sanmıyorum. Özellikle 500 dolarlık fiyatı ve yanında akıllı telefon gerektirmesi gerçek fiyatını yükseltiyor ama yine de meraklılar için ilginç bir gadget olduğu kesin!

Şuradan bakılabilir.

SergiSergi

sirens

İlker Canikligil, Sirenler, 2013, Pleksi altında Arşivsel Pigment Baskı, çerçeveli 120×205 cm, Ed:1/3

Bu Perşembe (15 Ağustos) Galeri ArtOn‘da açılacak Crossroads III başlığı altındaki karma sergide İki adet fotoğrafım 10 Eylül’e kadar görülebilir.  Yukarıda küçük bir örneğini gördüğünüz işi tabi gerçek boyutlarda (120*205) izlemek daha heyecanlı oluyor : )

Tabi bunlara fotoğraf demek tam olarak doğru değil zira ikisi de “yapılmış” fotoğraflar. Epey uzun saatler sonucunda ortaya çıkan yukarıdaki kare 15000*9000 pikselden olusuyor : )

16 bitlik bir is akisinda Photoshop’ta bu dosyalari cevirmek çok kolay degil tabi ama SSD disk ve iyi ekran kartlariyla artik eskisi kadar zor da degil.

Isin teknik tarafiyla estetik tarafini ayirmak zor: Bir fotograf gören insanın “Bu Kim? Burasi neresi?” gibi sorular sorması normaldir ama benim canımı sıkıyor. Bir fotoğrafa baktığımızda gerçekten dünyayı mı görüyoruz?

Asla!

Bir fotoğrafa (veya daha genel anlamda bir teknik görüntüye) bakarken o fotoğrafı “yapan” kişinin zihnine açılan bir pencereyi görüyoruz. Bu kadar büyük bir şansı sadece dünyayı izlemek, gözetlemek, dikizlemek için kullanmak bana ziyanlık gelir daima.

Peki yukarıdaki işe bakınca ne anlamak ne hissetmek gerekli? Neyi gösteriyor bu fotoğraf?

BB SliderBB Slider

SONY DSCBB Camera Gear’den Mustafa Koç yaptığı motorlu slider’i denemem için yolladı. Aslında bir kaç haftadır alet bende olmasına rağmen yazmakta geciktim.

Normalde sliderlara (ve omuz aparatlarına) pek sıcak bakmıyordum fakat bunun iki avantajı var: Birincisi sistem çok hafif. İkincisi motorlu olması başka olasılıklara izin veriyor (timelapse gibi). Tabi motor seçeneğini ayrı almanız gerekiyor.

Slider yaklaşık 20 dakikada sorunsuz kuruluyor ve çalışmaya başlıyor. 4 kalem pille çalışan hızı ayarlanabilir motor 120 santimlik boruyu en hızlı 18 saniyede en yavaş 5 dakikada tamamlıyor. Istenirse daha uzun boru takmak da mümkün.

Aletin üreticisi BB Camera Gear’in sitesini şuradan gezebilir, satın almak veya soru sormak için: bbcameragear (AT) gmail.com adresini kullanabilirsiniz.

Eos Raw Eos Raw

Evet ortalik iyice karişmişken ben pek bulaşmadım. Daha önce “dünyanin en iyi video kamerası” dedigim icin agzim yanmisti bu sefer acele etmeyeyim dedim : )

Saka bir yana zaman beni hakli cikardi diye böbürlenebilirim. Bilenler çoktur geçen hafta Magic Lantern adli hack ekibi 5D MK III’u Raw Video çekecek şekilde kırdığını duyurdu. Örnek videolar webde gezip duruyor ufak bir aramayla bulunabilirler.

Peki bu ne anlama geliyor?

1 – RAW video çekebilen bir 5D MK III fiyat performans açısından dünyanın en iyi kamerası sayılabilir zira RAW çekildiğindeki kalite Arri’nin veya Red’in veya Sony’nin kameralarından daha iyi (low light için özellikle)

2 – Tabi bu büyük bir olay. Büyük şirketlerin son kullanıcıyı daima soyduğunu biliyorduk ama bu kadar değil. Bu hack operasyonu bize aslında gelecekte olacakları müjdeliyor: Herhangi bir elektronik ürünü artık “ben yaptım budur” diye çıkarmak mümkün değil. Birileri mutlaka kırıyor ve geliştiriyor. Bununla baş etmeye çalışmak yerine buna daha da izin veren ürünler çıkarılmalı.

Sonuçta bugün satın aldığımız her şey aslında özünde bir bilgisayar ve her bilgisayar gibi programlanabiliyor. Kamera da bir bilgisayardır!

3 – Simdi Canon’un önünde zor bir karar var: Bununla mucadele etmeye kalkabilirler veya 5D MK IV’e de paşa paşa bu özellikleri koyarlar. Mücadele etmeleri mümkün ama akılcı değil. Ne var ki bunu durdurmazlarsa kendi 10 bin dolarlık C serisi kameralarını kimseye satamazlar (zaten satabildiklerini sanmıyorum : )

Bence artık pandora’nın kutusu açıldı. Bundan sonra (2 yıl içinde) RAW video çeken bir çok kamera göreceğiz.

4 – Asıl ilginç olan videocuların değil fotoğrafçıların durumu. Zira 1Dx gibi kameraların önemi yüksek kare çekebilmeleriydi. Oysa simdi RAW video çeken bir 5D MK III, Canon’un amiral gemisi sayılan 1Dx ten 2.4 kat hızlı bir kamera haline geldi : ) Bu Canon’u çok üzer ve esas mesele bu olur diye düşünüyorum. Tabi fotoğrafçılık videoculuk ayrımı da iyice belirsizleşecek bu durumda.

Sonuç olarak bu gelişmeler hayırlı. Zaten hepimiz olmasını bekliyorduk sadece zamanlamadan emin değildik. Magic Lantern sayesinde beklenenden çok daha hızlı oldu.

Kendilerine teşekkür ediyor başarılarının devamını diliyoruz!

HitchcockHitchcock

Hitchcock 11Sinemayla ilgili tek kitap okuma şansım olsa hiç düşünmeden “Hitchcock Truffaut”  yu seçerdim.

Tabi Hitchcock özellikle sinema tv akademilerinde pek tutulan konulardandır. Teorisyen taifesi dönüp dönüp Hicthcock’u “okurlar”. Fakat benim Hitchcock sevgimin bunlarla ilgisi yok. Hitchcock bütün bu akademik okumaların ötesinde “filmcilik mekaniği” (neyi, nasil, nereden, hangi mercekle çekeriz ve bunlar sonunda nasıl bir etki elde ederiz?) için temel kaynak sayılabilir.

Henüz 20 yaşındayken kitabı okumuş ve vurulmuştum. Film yönetmenliği denen mesleğin gerçekte ne olması gerektiğini bu kadar net ortaya koyan başka kimse olduğunu sanmıyorum.

Bu sıralar Hitchcock’la ilgili bir de sinema filmi var gösterimde. Ne yazık ki çok iyi bir film değil ama yine de görmek eğlenceli. Özellikle Psycho’yu yapmak için para bulamamış olması ve evini ipotek ettirip filmi finanse etmesi bize aslında yönetmenlerin daima yalnız insanlar olduğunu bir defa daha gösteriyor.

Anthony Hopkins’i Hitchcock olarak izlemek güzel. Ne yazık ki dediğim gibi film Hitchcock gibi bir dehayi anlatmak için fazla sıradan ama yine de Amerikan sinemasının tuhaf yapısını ve Hitchcock’un çalışma şeklini göstermesi açısından da ilginç.

Yan Yana (Side by Side)Yan Yana (Side by Side)

feature_still_keanu_and_scorsese-630x355Epeydir yazmamisim.

Yillardir verdigim derslerde gösterdiğim bir belgeselden daha önce bahsetmiştim: Visions of Light

1992’de yapılmış bu belgesel hala iyi olmakla birlikte ne yazik ki eskimişti. Bu seneden itibaren artik onun yerini Side by Side aliyor. Keanu Reeves’in sunduğu yönetmenliğini ise  nin yaptığı bu film kimyasal film ile dijital kameralar arasındaki tartışmayı 2012 itibariyle belgeliyor.

Bir çok ünlü yönetmen ve sinemacı (Lars von Trier, Chris Nolan, David Fincher, David Lynch, Scorsese, Rodrigez, Joel Schumacher vs vs) konu hakkında fikir bildiriyorlar. Film bunu yaparken genel terminolojiyi ve konunun ana hatlarını da (gerektiğinde basit animasyonlarla) özetliyor.

Bence meseleye ilgi duyanlar için güzel bir özet. İzlemek eglenceli.

Sonuç ne derseniz pek bir sonuç yok gibi. Film tarafını savunanlar daha az ve ukalalar : ) (örneğin Nolan çok kendini beğenmiş bir edayla dijital bir monitorden bakarak film çekmenin kendini kandırmak olduğunu söylüyor. Ona göre perdede oynayacak bir şey herhangi bir monitörde bakılarak çekilmemeliymiş. Vay canina. Ne incelik!) Dijitalciler (başlarını Fincher cekiyor) daha firsatçı ve gerçekçiler (mesela Fincher daha fazla çekim yapabildiğini söylüyor oysa aynı şey Keanu Reeves’i yoruyormuş)

Bu tür hoş bir sürü anektod var filmin içinde. Cehaletin kol gezdiği bizimki gibi ülkelerde olmayacak şeyler yani.

Seyredin kiskanin : )

Reji!

Türkiye garip bir ülke. Orada burada yıllardır duymuşsunuzdur: “Reji… reji ekibi… yönetmen reji verdi… rejisör geldi vs”

Bunlar aslında yanlış kullanımlar. Régie kelimesi Fransızca’dan geliyor ve anlamı “yönetim” demek ancak sinema tv yönetmenliği anlamında değil “idari yönetim” anlamında. Ayrıca rejisör Fransızca’da “yönetmen” için kullanılmıyor “realisateur” (gerçekleştiren) veya “metteur en scene” (sahneye koyan) kullanılıyor.

“Canım ne fark eder?” diyebilirsiniz fakat bence mesele bu kadar basit değil: Herhangi bir kelimeyi yanlış kullanmanın ve hatta bunda israr etmenin nedeni ne olabilir?

Sizi yönetmen olarak işe alacağımı düşünün. Karşımda oturuyorsunuz ve “Reji vermek zor iştir” diyorum. Böylece aslında sizi savunmasız bırakıyorum. “Gumbik vermek zor iştir verebilecek misin bakalım?” dememle aslında arada bir fark yok. Gumbik nedir bilmiyorsunuz fakat aslında reji nedir onu da bilmiyorsunuz. Üstelik gumbik in anlamını öğrenmek mümkün diğerini arayın da bulun bakalım 🙂

Gerçekten “Reji vermek”, “Yönetmenin rejisi çok güçlü” ne demektir?

Bu tür kelimelere İngilizce’de “buzzwords” deniyor. Herhangi bir konuşmada etkili görünmek için kullanılan ve fakat aslında içleri boş olan kelimeler. En bilinen örnekleri: Globalizasyon, globalleşen dünya, sinerji, ötekileştirmek vs vs.

Reji ile kastedilenin ne olduğunu az çok çıkarabiliyoruz tabi: Yönetmenin öyküyü anlatış biçimi, buna bağlı olarak kamerayı ve oyuncuları yerleştirmesi.

İyi de bu nasil ölçülür? Hangi yönetmenin iyi hangisinin kötü reji verdiğini nasıl anlarız?

Bir senaryonun filme dönüştürülmesi basit gibi görünen ancak gerçekte görsel bir dili bilmeyi gerektiren son derece kompleks bir iştir. Bu işin kuralları vardır ve bunlar öğretilebilir, tartışılabilir ve üzerinde rahatlıkla konuşulabilir. Fakat bunları konuşabilmek için fotoğraf, mercek, çerçeve, kompozisyon, derinlik, perspektif, ton, renk, drama, ışık, kurgu, tempo, ritim gibi kavramları iyi bilmek gerekir.

Bütün bunlardan habersizseniz “reji vermek zor iştir” der geçersiniz. Neyse ki Türkiye’de çok kolay yedirebilirsiniz bu blöfü.

Yine de blöfçü olmak istemiyorsanız David Mamet’in “Film Yönetmek Üzerine” adlı kitabını okuyabilirsiniz.

2013 Tahminleri

Gelenek oldugu üzere 2013 tahminlerini yapalım. Geçen yıl şunları tahmin etmiş ve bazılarında yanılmıştım.

* 4K Geliyor. Aslında bu bir tahmin değil zaten bilinen bir gerçek. Fakat açıkçası beklediğimden hızlı davranıyorlar. Bence hiç ihtiyaç olmamasına rağmen yakında 4K televizyonların ilk örnekleri para harcamayı seven bazı insanların evlerinde yerini alacak. Şu anda 4K içerik çok az hatta yok fakat Playstation 4 çıkarsa ve beklendiği gibi 4K olursa bu iş hızlanacaktır. Her halukarda daha HD’ye bile tam olarak geçilemediği için 4K 2013’te standart haline falan gelemez ama gidiş belli: Gelecek yıl daha fazla 4K kamera göreceğiz. Bunların içinde ucuz bir HDSLR (1000 dolar altı) olur mu emin değilim ama imkansız diyemiyorum. Tabi 4K video fotoğrafçıları da etkiliyor: 4K video kareleri 12 MPlik birer fotoğraf da oldukları için artık elinizde tuttuğunuz video kamera mı fotoğraf makinesi mi belirsizlik iyice artıyor : )

* 2013’te ilk RAW video çeken HDSLR’ı görmeyi hasretle bekliyorum ama 2014 veya 2015’e bile kalabilir. C500 gibi kameralar bile henüz bunu yapmazken bir HDSLR’a bu özelliği koymaları zor.  Yapamayacakları için değil ama yapmak istemedikleri için diyelim : ) Gerçi o hızda veriyi kaydedecek CF kart olmaması ciddi bir engel elbette. Belki sulandırılmış bir RAW türevi olabilir. * Smart Phone fotoğrafçılığı delirtici bir düzeye ulaştı. Geçen yıl pocket kamera satışları düşer demiştim ve beklendiği gibi oldu. Fakat Samsung gibi üreticilerden Android temelli, wifi ve 3g seçeneği olan “akıllı cep kameraları” görmeye başladık. Bu son bir direniş gibi görünse de aslında giderek güçlenecek bir akımın başı da sayılabilir: Önümüzdeki yıl ve ötesinde daha fazla “akıllı kamera” göreceğiz. 2013’te artık Wifi veya 3g’ye sahip olmayan bir kamera göre olasılığımız azalacak.

* Bu akıllı kameralar aslında daha üst seviye 5D, 1D gibi sınıfları da etkileyebilir. Uzun vadede herhangi bir DSLR’in da Iphone kadar fotoğraf işleme ve paylaşma gücüne sahip olması beklenebilir. Aslında yavaş yavaş DSLR ların da birer smart phone veya mini tablete dönüşmesini bekliyorum. Üst sınıfta bu hareket daha yavaş olacaktır. Video kameralarda da aynı eğilim görülecek ama fotoğraftaki kadar değil tabi. Belki artık “kamera” kavramının değişmesi gerekiyor. Yıllardır kimse kamera alanında Apple’in telefona yaptığını yapamadı. Hasretle birisinin bunu yapmasını bekliyorum! * Megapiksel savaşları bitti gibi görünüyor. Her ne kadar Nikon 36 MP ile şu an tavan yapsa da esas sorunun megapiksel olmadığını herkes biliyor. Ne yazık ki dinamik aralık konusunda ciddi bir gelişme olmadı yıllardır. 2013’te de bu konuda devrimci bir girişim olmasını beklemiyorum açıkçası.

* Production cephesine gelirsek: RED ve Alexa arasındaki savaşta Türkiye’de Alexa kesin galip görünmekle birlikte bu durum altı ay gibi kısa bir süre içinde değişebilir. Alexa’nın RED’e göre “out of the box” daha iyi görüntü vermesi daha iyi bir kamera olduğunu göstermese de herkes buna inanınca yapacak pek bir şey kalmıyor. Yine de dijital kamera alanında büyük yatırım yapmanın inanılmaz riskli olduğunu düşünüyorum. Bugün Alexa da Alexa diyenler yarın aniden başka bir şeyi konuşuyor olabilirler ama buna ragmen aslnda çok büyük bir hareket beklemiyorum çünkü taşlar yerine oturdu sayılır. Olsa olsa minör güncellemeler olabilir. Sony’nin yeni kameralarının performansı belki süreci hızlandırabilir. Canon’un C serisi umut veriyor ama henüz Alexa ile RED’i sarsabilecek güçte değil. Canon’un bu işte ne kadar israrcı olacağını merakla bekliyorum. Ne yazık ki Almanlar ve Amerikalılar kadar hızlı hareket edemiyorlar.

Gördüğünüz gibi fotoğraf ve video iç içe geçmiş durumda ve tahminler biraz belirsiz çünkü tarihin ilginç bir dönemindeyiz ve video / fotoğraf alanları birleşmeye devam ediyor. Bu birleşme hiç bir zaman birinin öbürünü yok etmesi kadar radikal olmasa da ayrım önümüzdeki yıllarda daha da belirsizleşecek.

Herkese iyi seneler!

21 Aralik ve Bunun Gibi Şeyler21 Aralik ve Bunun Gibi Şeyler

Bu blogda bir sure sadece kameralarla ilgili yazmistim ama artik yeniden sıradan seyler de yazmanın zamanıdır.

Eglenceli bir konu olan 21 Aralık ile baslayayim. Bunu yazdigim icin bir suru insan icten ice bana kizacak ama bu tur sacmaliklara inanmayi gülünç buluyorum.

Nedeni de cok basit: Aslinda gercekten 21 Aralik’ta her şey bitebilir!

Bütün çocuklara okullarda ilk öğretilmesi gereken “safsatalar” (logical fallacies) ne yazık ki pek önemsenmedigi için bu ilkeyi açıklamak gerekiyor. Carl Sagan’ın Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı adlı kitabında dediği gibi:

“Örneğin “ben evimde bir ejderha besliyorum” desem. Sanırım siz bunu gelip görmek isterdiniz. Ben de size “O görünmez bir ejderhadır” diyebilirdim. O zaman siz de yere boya döküp ejderhanın ayak izlerini ortaya çıkarmayı önerebilirdiniz. Bu durumda da ben “Benim ejderham yere basmaz” diyebilirdim.” Isı sensörleriyle üflediği alevi algılayalım” deseniz “Onun alevi sıcak değildir” diyebilirdim.

Kisaca getireceğiniz her türlü kanıta karşı bir bahane üretebilirdim. Sonuçta kitlenir kalırdık fakat bu ejderhanın yokluğunu kanıtlayamamanız onun varlığını kanıtlamazdı.

21 Aralık hikayesi de böyle. Nedeni belirsiz şekilde dünyanın sona ereceği düşüncesi mevcut.

Özetle bu gerçek bile olsa inanmamak zorundayız.

Social Media

Visit Us On TwitterVisit Us On Youtube