Author Archive for ilkerc

Page 10 of 31

TS-E 24mm f/3.5L IITS-E 24mm f/3.5L II

Geniş açı mercekler beni hep tedirgin eder. Onlarla iyi bir kare çekmek zordur. Çerçeveye bir sürü şey girer ve bunların hepsini kontrol etmek insanı gerebilir.

Bir süredir TS-E 24mm f/3.5L II mercekle oynuyorum ve bunlarla (TS serisi) sözünü ettiğim gerilim daha da artıyor. Kısaca özetlersem bu merceklerde Shift seçeneğinde merceği sağa, sola, yukarı ve aşağı kaydırabiliyorsunuz. Böylece örneğin yüksek bir binayı çekmek istiyorsanız kamerayı yukarı kaldırmanıza (eğmenize) gerek kalmıyor. Shift ile binanın perspektifini bozmadan üstünü görebilir hale geliyorsunuz.

Tilt modunda ise merceği her yöne yatırabiliyorsunuz. Böylece netlik alanını isteğiniz gibi etkileyebiliyor çok dar veya normalden fazla netlik sağlayabiliyorsunuz.

Merceğin problemlerini özetlersek:

* Öncelikle pozlamayı zorlaştırıyor. Lensi “shift veya tilt” ile kullandığınızda kameranın otomatik netleme sistemi saçmalıyor. Mutlaka manuel çalışmanız gerekiyor.

* Üç ayak kullanmadan iyi sonuç almak zor ama imkansız değil.

* Auto focus yok.

Buna karşılık tabi ki bazen sonuçlar şaşırtıcı derecede iyi olabiliyor. Örneğin yukarıdaki kare aynı kamera pozisyonundan yukarı aşağı tam Shift ile elde edilen bir panorama. Bu yöntemde kamera hiç oynamadığı sadece mercek oynadığı için kusursuz panoramalar yapabiliyorsunuz (gerçi aynı işi Sony’nin 200 dolarlık kameraları da yapıyor : )

Sanırım Canon’un yaptığı en keskin 24 mm olan TS-E24mm f/3.5L II henüz bütün olasılıklarını deneyebilmiş olmasam da son derece hayırlı bir oyuncak.

Bu arada yıllar sonra Aya Sofya’yı tamir iskelesi olmadan görebilmek de güzel!

Merak edenler için şurada TS merceklerin daha ayrıntılı bir açıklaması var.

Sony’den A77Sony’den A77

Sony epeydir beklenen APS-C kamerası A77’yi duyurdu.

TMT (Geçirgen Ayna Teknolojisi) kullanan 24 MP lik bu yeni Sony DSLR AVCHD’nin geliştirilmiş ikinci sürümü sayesinde 1080p video  (saniyede 60 progressive kare!) çekebiliyor. Böylece doğrudan EOS 7D ye rakip oluyor ve hatta ne yazık ki geçiyor : )

Büyük olasılıkla çok iyi bir video “auto focus” özelliğine de sahip olan A77 fotoğraf seçeneğinde saniyede 12 kare çekebiliyor (ve böylece en hızlı DSLR oluyor). Vizörü yine bir ilk olarak OLED olan kamera 50-16.000 ASA arasında çalışabiliyor.

Elime almış değilim ama 1400 USD lik gövde fiyatı ve “Smart Tele Converter” gibi yenilikçi özellikleriyle  SLT A77 iyi bir kamera gibi görünüyor. Zaten Canon’un Nikon’dan çok Sony’den çekindiği de epeydir konuşuluyordu.

Peki Sony alınır mı? Henüz mercek seçenekleri Canon ve Nikon kadar değil. Bunun dışında çok iyi bir seçenek.

Sony A77 yanında bir kaç yeni küçük kamera (NEX) ve mercek de duyurdu.

Ayrıntı ve diğer duyurular her zamanki gibi şurada

Mükemmel ve BerbatMükemmel ve Berbat

Su altında fotoğraf çekmek herkesin ilgisini çeker: Işık koşulları alıştığımız gibi değildir, poz vermek zordur. Suyun altında her şey başka görünür.

Bu yaz tatilinde Sony’nin DSC TX5 adında bir su altı kamerasıyla oynama fırsatım oldu. Kamera bir çok açıdan mükemmel: Su geçirmiyor, çözünürlüğü gayet iyi, renk performansı ve video seçenekleri de fazlasıyla başarılı. Üstelik çok pahalı da değil (artık TX10 üretiliyormuş ama o bile 300 dolar civarında). Sony’den beklenmeyecek şekilde SD kart kullanan TX5 bütün mükemmeliği içinde aynı zamanda berbat bir alet.

Bunun da çok basit bir nedeni var: LCD kesinlikle su altında görülmüyor. Sudan çıkınca da zaten güneş yüzünden görülmüyor 🙂

Dünyanın en iyi algılayıcısına ve özelliklerine bile olsa kullanıcıya ne çektiğini gösteremeyen bir kamera neye yarar ve ne için yapılır?

Yukarıdaki örnekteki gibi “Ne çıkarsa bahtıma” deyip deklanşöre basacaksınız.

Aslında bu da bir yöntem elbette. Sonuçta kontrolü bırakmanızı sağlıyor. Yine de her seferinde ne çektiğinizi görmek için gölge bir yer aramak zorundasınız ve bu gayet sıkıcı.

Kameranın bir diğer dahiyane özelliği de touchscreen olması. Bütün seçenekleri ekrana dokunarak ayarlamanız gerekiyor. Göremediğiniz bir ekranda bunu yapmaya çalışırken ilginç bir deneyim yaşıyorsunuz tabi.

“Sonuçta TX 5 Sony’nin yaz eğlencesi amacıyla çıkardığı bir alet ne bekliyorsun ki?” diyebilirsiniz. Yine de kamera üreticilerinin genelde çok garip hatalar yaptıklarını düşünüyorum. Kullandıkları teknolojiler o kadar hayranlık verici ki takıldıkları noktalar gülünç kalıyor. Görüntü üreten her insanın en temel ihtiyacı çektiği şeyi görebilmektir : ) Bunu anlamak çok zor olmasa gerek.

Üç İyi FilmÜç İyi Film

Geçenlerde “Black Swann” i eleştirince EA kardeşimiz “Bir filmi de beğen” demişti. Bu söz bana çok dokunmuş ki üç film birden beğendim:

İlki XMen’in yeni bölümü “Xmen: First Class”. Bunu göreli epey oldu ama firsat bulup yazamadım. X Men serilerinin çok hastası değilim ama bu son film hepsinden iyiydi açıkçası. Olayların ortaya çıkışını anlatan bu “prequel” gayet iyi yazılmış ve yönetilmiş.

İkincisi “Super8”. Bence çok iyi bir sinemacı olan J.J. Abrams’ın Steven Spielberg yapımcılığında ortaya çıkardığı 1979’da geçen bu “uzaylı filmi” hem sanat yönetimi, hem öyküsü, hem de oyunculuklarıyla harika. Özellikle tren kazası sahnesi çok başarılı.

Sonuncusu ise “Harry Potter and the Deathly Hallows: Part 2”. Bunu çok anlatmaya gerek yok sanki. Harry Potter serisini hiç bir zaman sevmedim ama bu son film bence iyi olmuş. Özellikle pek haz etmediğim 3D meselesi garip şekilde iyi kullanılmış. Ekrandan bize doğru atlayıp zıplayan çok az şey vardı ve daha az yorucuydu.

Bütün bu iyi filmleri görüp ruhumu Hollywood’a sattığımı düşünebilirsiniz ancak benim için iyi filmin kriteri gayet basittir: Ağzım açık izliyorsam (birinci anlamıyla değil elbette : ) o film iyidir.

“Bu filmi seyrettiğim ve beğendiğim için ne kadar duyarlı ve entelektüel bir insanım! Şimdi rahatlıkla çoğu Cihangir’de oturan ve her nasilsa hepsi sinema yazarı olan arkadaşlarımla saatlerce konuşuruz bu filmi” diye izliyorsam o film kötüdür.

Lytro: Önce Çek Sonra NetleLytro: Önce Çek Sonra Netle

Bu hafta en az dört yerden mail geldi bu konuyla ilgili. Evet artık bahsetmek için biraz geç ama anmadan geçmeyelim: Bir kaç yıl önce Stanford’da bir doktora tezi olarak haberi çıkmıştı, şimdi 50 milyon USD yatırımla bir kamera haline geliyormus: Adı Lytro

Lytro bildiğimiz kameralardan farklı olarak “ışık alanını kaydediyor”. Tabi bu yuvarlak bir laf. Bunun nasıl yapıldığını tam olarak açıklamıyorlar henüz. NYTimes daki yazıya göre algılayıcının önündeki micro mercekler sayesinde oluyor bu iş (nasıl?)

Her neyse sonuçta yukarıdaki resimde istediğiniz yere tıklayıp net hale getirebiliyorsunuz. Yani Lytro focus gerektirmiyor. Sonradan netlik yapabiliyorsunuz. Tüketici sınıfı kameralar için harika bir haber. Profesyonel ve yarı profesyoneller için şimdilik bir haber yok. Fakat Lytro’nun bir nevi Apple’in telefon için yaptığını fotoğraf makinesi için yapmak istediği söyleniyor.

Bana gelince kare formatta çekmesini sevdim. Bunun dışında uzun yıllardır ilk defa birisi kamera alanında yepyeni bir şey yapıyor. Fakat nedense bir huzursuzluk var içimde. Bekleyelim bakalım ileride hepimiz Lytro lanacak mıyız?

Ayrıntı şurada

Beyazların SevdikleriBeyazların Sevdikleri

Biraz eski ama Stuff White People Like eglenceli bir site. Beyaz Turkler için de bir tane yapsa birileri iyi olurdu. Gerci listenin büyük kısmı tutuyor.

Reklamda Oyuncuları Güldürme SendromuReklamda Oyuncuları Güldürme Sendromu

Yukarıdaki film epeydir nette dolanıyor. Bence çok iyi bir reklam filmi. Hem fikir iyi, hem uygulama.

Reklamdaki annenin yüz ifadesi (27. saniye) benim için özellikle önemli. Nedeni de şu: Türk reklam sektöründe çok sık karşılaşılan bir durum vardır. Bir plan çekersiniz ve sizce her şey yolundadır. Fakat yapımcınız veya reji asistanı ajans müşteri masasından size doğru seğirtir. Bu isteksiz geliş genelde hayırlı bir haber yok demektir ve büyük olasılıkla şu yorumla sonuçlanır: “Biraz daha gülümseme…”

Siz de çaresiz oyunculara şöyle dersiniz: “Evet güzeldi, bir kere daha alıyoruz, gülümseyerek lütfen!”

Bazı filmler için bu istek yerinde olsa da ben genelde ölçünün fena halde kaçtığını düşünüyorum. Neden oyuncular sürekli gülümsesin? Böyle bir hayat mı var? Ayrıca yerli yersiz sürekli gülümseyen biri hayatımızda olsa epey gıcık olmaz mıydık? İste yukarıdaki filmde anne gülmüyor (aslında filmde kimse gülmüyor üstelik gülmelerini gerektirecek bir durum da fazlasıyla var) ve bu bence çok doğru bir reji kararı.

Bu film Türkiye’de çekilse mutlaka şöyle biterdi: “Baba düğmeye basar. Anne ile birbirlerine bakıp gülümserler. Sonra çocukla beraber (çocuk kaskı çıkarmıştır) hep birlikte arabanın içinde şarkı söyleyerek ilerlerler ve neşeyle gülerler.”

Fikir yeterince güçlüyse oyuncular ağlasa bile seyirciler gülümser. Fikriniz yoksa oyuncuların hepsi pişmiş kelle gibi sırıtsa da bir şeye yaramaz.

SatenSaten


dop: veli kuzlu / prod. co. dijital sanatlar / ajans: piramit

Alexa ile çektiğim bir reklam filmi. Artik showreel dosyalarini olabildigince HD olarak tutmaya karar verdim. Vimeo da HD hizmeti veriyor.

TTelekom (Dir. Cut)TTelekom (Dir. Cut)

yönetmen ilker canikligil / yapımcı: fuat ozveri moonlight prod. / dop: alp korfali / muzik: emre aypar & ilker canikligil

Red One MX ve Century Optics swing and shift merceklerle çektigimiz Türk Telekom Saglik Vakfi filmi. Aslında swing and shift mercekleri kullanmak epey eski bir yöntem ama bazı işlerde iyi calisiyor. Bu arada filmdeki butun isildamalar Alp’in led el feneriyle “in camera”. Post işlemi yok ve böylesi daha iyi.

PS: Film 2011 Stevie Awards’da ödül kazandı: http://www.stevieawards.com/pubs/iba/awards/408_2651_21364.cfm

Film Sektöründe En Çok Yapılan 10 YanlışFilm Sektöründe En Çok Yapılan 10 Yanlış

Türk film sektöründe israrla yanlış bilinen şeyler vardır. Bunların büyük kısmı yabancı dil sorunundan kaynaklı ve bu konuda kimseyi suçlayamayız. Lütfen bu hatalardan biri size de uyuyorsa komplekse kapılıp bana küfür etmeyiniz. Hata yapmak gayet normaldir. Hatayı kabullenmemek ise psikolojik bir problem:

1 – Steadicam’e Statikem demek ve SteadYcam şeklinde yazmak: Steadicam Cinema Products adlı şirketin (sonradan Tiffen tarafından satın alındı) ürettiği bir marka. Yani özel isim. Bu nedenle Y ile yazılmıyor ve “Statikem” diye de okunmuyor. “Steadicam” olarak yazılması ve “Stedikem” diye telaffuz edilmesi gerekir. Ne yazık ki bir çok uzun metraj filmin jeneriğinde “Steadycam” yazıldığını görüyorum.

2 – Fransızca “Mise au Point” terimini Mezzopan diye okumak: “Miz o puen” diye okunur ama bunun yerine Fransızca’ya hiç bulaşmayıp “netlik çekmek” desek daha iyi bir iş yapmış oluruz.

3 – Filmlerin sonuna “Senaryo ve Yönetmen Hasan Mercan” yazmak: Bu aslında bir dil yanlışı bana göre. “Senaryo ve Yönetmen Hasan Mercan” denince Hasan Mercan kendisi senaryo oluyor. Senarist ve Yönetmen denebilir ama o da garip, senaryo yönetim olabilir belki…

4 – Portable kelimesini Porteybl şeklinde okumak: Evet Ingilizce bu açıdan garip bir dil. “Table” yazılınca “teybl” diye okunuyorsa “Portable” yazılınca da “Porteybl” okunur diye düşünebilirsiniz ama öyle değil: “Portıbl!” Tabi daha iyisi “taşınabilir” demek.

5 – Plan/Sahne/Sekans ayrımını doğru yapamamak: Sahneler planlardan, sekanslar sahnelerden oluşur. Sahne zaman ve mekan birliği gösterir. Sekans ise anlam birliği yaratacak şekilde bir çok sahnenin bir araya gelmesiyle oluşur (kaçma kovalamaca sekansı gibi)

6 – Betacam’i Betakam diye okumak: Yoruma gerek yok herhalde. Betakem okunur.

7 – Aks Çizgisi Kuralını tamamen yanlış anlamak: Bu yüzden kavrulup giden çok reji ekibi ve yönetmen olmuştur. Yönetmen bir şey yapmaya çalışır, reji ekibi direnir: “Kamerayı oraya  koyamayız!”. Bunu burada açıklamaya üşendim ama genelde yanlış biliniyor ne yazık ki. Özetle kamerayı her yere koyabilirsiniz önemli olan ekranda ne göründüğüdür.

8 – Fresnel Mercekli Lambaya “FreZnel” demek: Hayız S okunmayacak. Doğru okunuş “Frenel” zira adam Fransız. Ah bu Fransızlar!

9 – Field Sırası Meselesini Bir Türlü Çözememek: Televizyonda field sırası ters dönmüş bir sürü iş görüyorum. Öyle oynuyorlar. Kimse de bir şey demiyor herhalde. Pes diyorum. Her format için bu ayarı doğru yapmak gerekiyor ve ne yazık ki hepsi için ayrı.

10 – “Kameraman”ı “Görüntü Yönetmeni”nden “Yönetmen Yardımcı”sını “Yardımcı Yönetmen” den değersiz Saymak: Ben bunları hiç anlamadığım için yorum yapmam da zor. Bence hepsi aynı şey zaten biri nasıl diğerinden kıymetli olur ki?

Terimler SözlüğüTerimler Sözlüğü

Geçenlerde birisi blogda bir terimler sözlüğü olsa demişti. İyi fikir.

2007’de yazdığım ve Pusula Yayınları’nın o zamandan beri elindeki 2000 kitabı bitiremediğini iddia ettiği “Dijital Video ile Sinema” adlı kitabımın ek bölümünde buna benzer bir sözlük vardı.

Yukarıdaki menüden “terimler” başlığı ile ulaşılabilir.

Zamanla geliştiririz belki beraber.

Weisscam, Alexa vs vs.Weisscam, Alexa vs vs.

PS Technik diye bir Alman firması var. Bunlar malum Mini 35, Pro 35 gibi adaptörlerle epey sevindirmişti bizi.

Bir de kamera yapmışlar. Bugüne kadar denk gelip çalışmamıştım. Adı Weisscam HS2

Kameradan ziyade tanka benziyor aslında.

Bu yüksek kare kameralarında gıcık bir durum var. Önce içindeki RAM belleğe çekiyorsunuz. Sonra seyrederken kaydetmek veya aktarmak durumundasınız. Phantom da bu epey uzun sürüyordu. Weisscam’de bu işlem çekim hızınızla playback yapmak kadar hızlı.

Tabi burada büyük bir soru ortaya çıkıyor: Nasıl ve neye kaydediyor bu alet? Format nedir?

Aletin üzerinde Dual Link HD-SDI çıkış var ve PS Technik’e göre HD-SDI üzerinden RAW kayıt da mümkün. Gel gör ki kameranın teknik ekibi bu çıkışı kullanıp RAW kaydetmek istemiyor. “Post Production işlemleri uzun sürüyor, kabusa dönüşüyor” gibi bir açıklama yapılıyor. Efendilik ettik single link ile 4:2:2 ye düşüp diske kaydettik.

Alet saniyede 2000 kareye çıkıyor. Peki görüntü nasıl? Teknik olarak berbat (yani yüzde 200 zoom yapıp bakarsanız) çok noisy (gürültülü), aşırı compressed gibi görünen (ama aslında compressed olmayan) bir görüntü çıkıyor ortaya. Ayrıca highlight bölgeler çok çirkin bir şekilde patlıyor (nedenini bilmiyorum).

Peki kamera iyi mi? Evet hem de çok iyi. Bu ne yaman çelişki derseniz saniyede 2000 kare çekmek gibi bir amacınız varsa bazı şeyleri görmezden geleceksiniz diyorum.

Sonra Alexa ile tekrar çalıştım. Daha önceki yazımda Alexa’yı beğenmedim demiştim zira greenscreen de alet gayet beceriksizdi. Şimdi daha normal bir işte denedim. Sonuç yine aynı: Alexa kötü bir kamera. Memleketteki hype öyle boyutlara varmış ki bunu söyleyeni dokuz köyden kovarlar ama ne yazık ki gerçek bu.

Neden kötü? Çünkü şu anda size gayet düşük bitrate sahibi 4:2:2 (40 fps den yukarı çıkarsanız) vasat bir Prores dosyası veriyor. Color correction da ciddi bir oynama alanı yok.

Gel gör ki yukarıda dediğim gibi bu kameraya hayran özellikle görüntü yönetmeni arkadaşlar. Ben nedenini anlayamıyorum ama herhalde üzerinde Arri yazması onları rahatlatıyor olmalı : )

Eh bu da geçerli bir nedendir diyelim ama hakkını da yemeyelim RAW kayıtçısını görünce tekrar bakmak gerek çünkü kamera aslında tek başına önemli bir şey değil.

Social Media

Visit Us On TwitterVisit Us On Youtube