Bu yazının ana konusunu şuradan aldım. Bugünlerde David Fincher filmlerine tekrar bakıyorum. Geçenlerde 20 yıl sonra Seven??a tekrar baktım. Eskimiş olacağını umuyordum ama sandığım kadar eskimemişti.
Altan Sebüktekin??in önerisiyle fark ettigim su harika kanalda David Fincher??in yönetmenliği ile ilgili bir video da izleyebilirsiniz.
Yabancı dil sorunu olanlar icin özetlersem ilk linkte Fincher ile House of Cards??da çalışmış bir kamera asistanı ondan neler öğrendiğini 5 maddede açıklıyor.
1 ?? Yayına çıkacağınız ortam önemlidir ama yine de özensiz olmak için bahane olamaz. Netflix genelde Ipad??de izlenen bir yayın. O nedenle netlik sorunları sinemadaki kadar önemli olmuyor.
2 ?? Ekip olarak sizin işiniz oyunculara işlerini yapmak konusunda destek olmaktır, engel değil. Bir oyuncu sizin rayınız yüzünden yapmaya çalıştığı bir şey yapamıyorsa o rayı oradan alın. (Çektiğim bir filmin setinde sesçi oyuncuya ?daha yüksek konuşur musunuz?? demişti!)
3 ?? David Fincher sizin yorgun olmanızı umursamaz. Bunu pislik biri olduğu için yapmaz. Filmi umursadığı için yapar.
4 ?? Bazen çekebileceğiniz en iyi tekrarı almış bile olsanız devam etmeniz gerekir. Kesinlikle.
5 ?? Çekim sırasında şaryo tıklasa ya da mikrofon görüntüye girse de mutlaka devam edin! (Keep rolling!)
Bunları okuyunca bizim ekipleri düşünmeden edemiyorum. Haklarını yiyemem Türk reklam filmi sektöründe özveriyle çalışan bir çok ekiple ben de çalıştım ancak ne yazık ki yönetmen aslında her zaman yalnızdır: Yapımcı her isteğinize şüpheyle bakar, ajans bir şey denediğinizde korkuya kapılır, fazladan bir şey çekmek istediğinizde bütün ekibin yüzü asılır, oyuncular biraz farklı bir isteğiniz olduğunda paniğe kapılır, biraz fazla tekrar yaptığınızda ?Kubrick oldu mübarek? fısıltıları yayılır!
Bu ülkede herkes daima eve gitmek ister. Ne zaman garip bir istekte bulunsanız içlerinden size rahmet okuduklarını bilirsiniz.
Hele şimdi 12 saat kuralları çıktı işler iyice karıştı.
Tabi ki insani saatlerde çalışmalıyız ve aptal bir yönetmenle çalışmak acı verici olabilir ancak şunu unutmamalıyız ki sette kariyeri gerçekten tehlikede olan tek kişi yönetmendir (belki biraz da görüntü yönetmeni). Filmin iyi olması sadece onun için önemlidir. Sonuçta herkes suçu ona atabilir (görüntü yönetmeni dahil). Filmin sonunda ilk onun adı olacaktır.
Kurgucular, renk uzmanları, sesçiler, ışık ekibi ve tabi prodüktör?¦ herkes film kötü olduğunda yönetmeni suçlayacaktır.
Yönetmenleri anlayalım sevelim. Linkteki kamera asistanının yazının sonunda dediği gibi In Fincher we trust! (Fincher??a İnanıyoruz!)
Tşk İlker Bey.Sizi takip ediyoruz 🙂
In Ilker I trust.
Türkiye’de kimse kimseye yardımcı olmak istemiyor. Herkes “bana ne” kafasında. Ã?stelik insanlar kendilerini çok önemli bir şahsiyetler olarak konumlandırıyorlar. Her yönetmen kendi yazdığı senaryoyu çekmeye çalışıyor. Senarist-Yönetmen ayrı kişi olabilir düşüncesi henüz oturmamış. Zaten sektörden duyduğumuz insanlık dışı çalışma şartları, stajyer sömürmeleri, çalınan-araklanan senaryolar, verilmeyen ücretler de cabası. Türkiye’nin ihtiyacı olan şey tanıdık vasıtasıyla ilerlemeyen bağımsız bir kuruluş. Mesela birbirinden bağımsız yönetmenler, sesçiler, senaristler başvuruyor. Akademik ve alaylı eğitimi olan bir kurul, sözleşme imzalatarak ufak ekipler oluşturuyor. Tabii paralı kurslardan bahsetmiyorum. Binlerce sinema mezunu genç var, “en kötü reklamcı olurum ağbi” kafasında. Dediğim gibi herkes author olmak istiyor. Yüz binlerce author Cihangir sokaklarında, kargo pantolon, kemik gözlük, film gramerinden uzak deneysel otobiyografik (post-sürreal) senaryolarıyla dolaşıyor. Bölünen sol fraksiyonlar gibi. Mahalle maçında kimsenin defansa geçmek istememesi, kalecinin kurayla çekilmesi gibi bir şey bu.
Keşke uygun şartlar olsa da çalışsak. Keşke David Fincher olsa da 24 saat uyumadan, eve gitmeden çalışsak. Tabii bu pes etmek için bir sebep değil. Sinema tutkusunun da bahanesi olmaz ama kurulu bir sisteme ihtiyaç var. Bağımsız takılmak bir yere kadar.
setlerimiz kültürsüz, hödük insanlarla dolu, bazı yönetmenler bile bildiğin lümpenler…
🙂 ne bekliyordunuz ki? Boyle basa boyle tras.